
Savaşlar, sefalet,salgın hastalıklar diye başlar ya bütün eski Avrupa hikayeleri bizde durum farklı..Yine sıradan bir gün ve yıl 1800’lerin sonu. Olten ve Zofingen , küçük dağ evinde sıkıntılı bir şekilde , mızıka çalarlar.Melodi o kadar melankolikdir ki, kovboy filmlerindeki ağır abi, her şeye kederlenir ve içinde bulunduğu hayata küfür eder gibi çalar ya ondan da öte.. Heidi bir türlü büyüyememiş, Peter zaten ona yıllardır sarmış durumdadır ve zaten Heidi’nin aksi, koca ayak dedesinden hiç bahsetmiyorum bile.. Yani bu genç Bomonti kardeşler için aşk başlamadan bitmiş ve artık onlar için aşktan daha fazlasına ihtiyaç varmış..
1800’lerin sonu insanlar uçmaya başlamış, tren, otomobil denen garip şeyler bulunmuş.. Charlie Chaplin o yıllarda doğacak, sinema zaten ellerinden gidecek , Hitler denen adam doğmayı bekliyor , tarihe bir çılgın olarak geçme fırsatları da yok.. Romeo ve Juliet denen bir baş belası yıllar önce oynanmış ve onlar için de Bomonti Kardeşler ve Heidi oyunu rafa kalkmış. Hadi en azından bir özlü söz söyleyelim de tarihe geçelim demişler , ama ortaya sürekli inekli, koyunlu ve sütlü sözler çıkınca vazgeçmişler. Kısacası nereye el atsalar olmamış…
Yıl 1890, Red Kit’e çalışmaktan yorulup İsviçre’ye göç eden telgrafçı, Bomontilerin çiftlik evine bir telgraf bırakır. “ Sevgili, Olten ve Zofingen, burda kimse bira nedir bilmiyor #stop# Burada inanılmaz bira satabiliriz #stop# “ Bomonti kardeşler, ‘ Kim lan bu? ‘ demeye kalmadan kağıdının alt kısmını okumaları yetmiş. “ Anadolu’dan bir dost.. #stop# “ Artık , Anadolu’dan bir telgraf sapıkları vardı çünkü daha önce de onlara “ İsviçre’de iş-güç durumları nasıl?” diye telgraf atmış. Hayatta artık bu riski almaları gerekirdi ve öyle de yapmışlar. Yanlarına bütün ürettikleri Bomontileri almışlar (Bomontiler ellerinde patlamıştı çünkü Almanlar onlara bira sattırmamışlardı), yoldaki bütün sınır görevlilerine Bomonti dağıtıp, biraları interrail kartı gibi kullanmışlar ve sonunda Anadolu’ya varmışlar..

Bomonti kardeşler, inanılmaz satışlar yapmaya başlamışlar..Bomonti fabrikasının bahçesi her gün insanlarla doluymuş.. Kızının doğum gününü kutlayan zenginler, saraylı züppeler, son model faytonlu gençler, peçesini biraz olsun açan ihtiraslı kadınlar.. Kimi ararsan ordaymış.. İstanbul’un bütün saraylı jet sosyetesi fotoğraf çektirmek için Bomonti fabrikasının önünde adeta yarışıyorlarmış.. Erkekler rahatmış.” Eşinizi mi aldatıyorsunuz ?” sorusuna rahatlıkla “ Hayır. Eşlerimi farklı günlerde dışarı çıkarıyorum” diyebiliyorlarmış. Her şey bu kadar yolunda giderken, bir gün II. Abdülhamit’in bir akrabasının, Bomonti bira bahçesinde biriyle bir dedikodusu yayılmış, daha sonra II.Abdülhamit bütün magazin mecmualarını toplatmış, bütün fotoğraflara el koydurup, yaktırmış ve böylece bizimkilerin işleri o günden sonra kötüye gitmeye başlamış..
Tarihe geçmek isteyen bu ikili o yüzden sadece isimleriyle kalmışlar ve ne zaman internette aranmak istenseler tek kare fotoğrafa rastlanmamış.. Ama geriye kahverengi bir şişe ve ruh bırakmışlar.. Belki bir Steve Jobs kadar değerleri yok dünyanın gözünde ama onlar da vazgeçmeyen, maceracı ruhlarıyla var olmuşlar.. Teşekkürler, Bomonti Kardeşler..
*Bu hikaye ve hikayedeki bazı isimler ve kahramanlar tamamen kurmacadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder